her güne bir şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
her güne bir şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Ocak 15

son

herşeyin başladığı yerdeyim bu gece
üzerimde bir kuru sarhoşluk hali
giyindiğim ne varsa çıkarıyorum senden yana
vedaların bir anlamı olmalı
gecenin ilerleyen saatlerine kazılı
birer bıçak izi gibi
hain ve sisli ve puslu bir İzmir akşamında
hayallerime karlar yağmalı
ansızın sirenler çalmalı
tüm radyolar anons etmeli
bittiğini...
kestiğim yerden seni
kan kırmızı bir gül filizlenecek sabah yüreğimin
ve herşey başka bir aşka ertelenecek...
...
sen bitsen de ...bu şiir yarım kalacak....

Cuma, Ekim 14

Omayra-Murathan Mungan

Cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana


Mendili kan kokan sevgili arkadaşım

Usta bakışların keşfettiği rahatlıkla arkama yaslandım

elimde şah mat yüzüğümde tek taş siyanür

adınla bulanan bir aşkın, bir maceranın

macerasında

yolun sonunu söylüyordu

günahkâr iki melek olan sağdıçlarım



Al birkaç bulutlu sözcük

atlasını sırtında taşıyan çalınmış bir zaman

mekik, taflan, kar kesatı bir iklim

aşk mı, macera mı dersin bu uzun seferberlik

bu ilişkinin topografyasını

mezhepler tarihinden bulup çıkardım

adanan boynunda o gümüş zincir

bilmiyorsun arması sallanıyor ucunda

işte yazgının kara zırhlısı!

Kork! kutsal kitaplardaki kadar kork!

Çünkü hiçtir bütün duygular

Korkunun verimi yanında



Benim ruhum nehirler kadar derin!

Kızıl kısraklar gibi üstümden geçeceksin!



Arı bir sessizlik duruyor

şiddetimizin armaları arasındaki uzaklıkta

gövdenin demir çekirdeği

kalkan teninin altında

sana okunaksız bana saydam giz

içindeki uğultunun izini sürüyorum

bir açıklığa taşıyorum ele vermez yerlerini

harabeler diriliyor

heykeller tamamlanıyor

kendi kehanetinden büyülenmiş gözlerimin önünde

başka çağlara gidip geliyoruz

aşk tanrısı için

seviştiğimiz ve uyuduğumuz sahillerde

aşkın kaplan ve yılan düğümüyle



Öpüyorum seni boynundaki yaradan

iniyorum kaynağına

aydınlanmamış yanların ışığa çıkıyor

dokunuşlarımın parıltısında

düğümlü mendilin, gümüş zincirin

sımsıkı mühürlendiğin bütün kilitler

çözülüyor avuçlarımda





Tılsım tamamlanıyor

ortaçağ kentlerinden geçiyoruz dönüşte

indiğim kaynakların mezhep değiştiriyor

zamanın ve uzamın kilitlendiği kara kutuda benim kelimelerim

tılsım tamamlanıyor

dudaklarımdan sızan erkek sütünün kara büyüsüyle

sevgilim oluyorsun

uyuyor ve yıkanıyoruz ay ışığında

bakıyorum güneş iniyor yüzünün alacakaranlığına



Adın yoktu tanıştığımızda

eksiğini de duymadık

bazen bir rüzgârı, bazen birkaç zeytini

adının yerine kullandık



Adın yoktu tanıştığımızda

sonra da olmadı

çünkü başka biri oldun zamanla



Şimdi adın var

şimdi ruhumun sislere sarılı derinlikleri

yükseliyor ve tehdit ediyor

kıstırılmış varlığımın bütün cephelerini

yüzümün pususunda geziyor

sularda bilenmiş bıçaklar

uyandırılmış acılarım, bulanmış sarnıcım

etimle ruhum arasında çelişen ilke

geri döndü bana

kendi ellerimle kurduğum kara büyüden

içimdeki tarih bitti

siliyorum bir aşkı var eden her ayrıntıdaki parmak izlerini

ve şimdi adın var

ve şimdi

ikimizin vaktinde

intikam saati geldi



Omayra, bu adı verdim sana

ve mevsimleri bütün anlamlarıyla

iki çakılına bir deniz vereyim

hayallerine mavi buğday

dokuz yaşamın olsun tek tek öldüreyim

esmer ve çırılçıplak bir gecede

bütün düşmanların gelecek

koynumdaki cenazene



Seni saran efsane çürüyüp toprağa karışırken

kucağımda başın

gümüş bir tarakla tarayacağım saçlarını

kendi enkazımın üstünde

kurtlar, çakallar gibi uluyarak ağlayacağım acıdan

öldürerek yaşatacağım seni kendimde



Ocağın parıltısıyla aydınlanan yüzün

gücünden habersiz sakin gülüşün

kamçılıyor içimdeki bütün köleleri

ben ki hileli bir oyun,

birkaç kırık zar

ve kara muskalı tılsımlarla

almışken seni kaderinden, kıyasıya bağlamışken kendime

asıl sen tutsak etmişsin beni

dünyaya kapalı kapıların ardındaki

içi boş sessizliğine



sığlığın, sevgisizliğin

o sonsuz kendiliğindenliğin

dünyanın sana değmeyen yerleri

nasıl da çekici yapıyor seni

o kadar bağlandım ki

tutkusuz bedenine

ya öldüreceğim seni

ya tunç çağından heykeller indireceğim dökümüne



Sayıklayan bir ağaç gibiyim Omayra

uğultusu geliyor ta derinden

gövdemin geçtiği masalların

içimdeki deprem ayakta tutuyor beni

geri dönüp vuruyor çalınmış zaman

bak sana korkaklığımı veriyorum

var olmanın bütün varoşlarından

ben yenildim, işte silahlarım

tılsım tamamlandı

sonuna geldim çizgilerini sildiğim

bir büyük haritanın

aşkım ölümün sınırında Omayra

olduğun yerde kal kımıldama!

Çarşamba, Eylül 28

SUSKUN


   Sus, kimseler duymasın.
   Duymasın ölürüm ha.
   Aydım yarı gecede
   Yeşil bir yağmur sonra...
   Yağıyor yeşil.
 
   En uzak, o adsız ve kimselersiz,
   O yitik yıldızda duyuyor musun?
   Bir stradivarius inler kendi kendine,
   Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
   Önce bendim diyor ve sonra benim...
   Ölümsüz, güzel ve çetin.
   Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
   Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
   Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
   Kendi rüzgarıyla vurgun...
   Sarıyor yeşil.
 
   Rüya, bütün çektigimiz.
   Rüya kahrım, rüya zindan.
   Nasıl da yılları buldu,
   Bir mısra boyu maceram...
   Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
   Bilmezler nasıl sevdik,
   İki yitik hasret,
   İki parça can.
   Çatladı yüreği çakmaktaşının,
   Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
   Çağlardır boğulmuş bir su...
   Ağıyor yeşil.
 
   Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
   Susmuş bütün namlular...
   Susmuş dağ,
   Susmuş deniz.
   Dünya mışıl-mışıl,
   Uykular derin,
   Yılan su getirir yavru serçeye,
   Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş,
   Memeleri bereketli ve serin...
   Sağıyor yeşil.
 
   Aydım yarı gecede,
   Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,      
   Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
   Ama hançer taşı sanki
   Koca Kartaca!
   Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
   Bak nasıl alıyor, yigit,
   Binlerce yıl da sonra
   Alıyor yesil.
 
   Vurur dağın doruğundan
   Atmacamın çalkara,
   Yalın gölgesi.
   Kuş vurmaz, tavşan almaz,
   Ama aç, azgın
   Köpek balıklarıydı parçaladığı
   Bak, Tiber saygılı, suskun.
   Bak nilüfer dizisi zinciri.
   Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
   Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
   Ve ilk gerillası Spartakus'un.
   Susuyor yeşil.
 
   Sus, kimseler duymasın,
   Duymasın, ölürüm ha.
   Aymışam yarı gece,
   Seni bulmuşam sonra.
   Seni, kaburgamın altın parçası.
   Seni, dişlerinde elma kokusu.
   Bir daha hangi ana doğurur bizi?
 
   Ruhum...
   Mısra çekiyorum, haberin olsun.
   Çarşılarin en küçük meyhanesi bu,
   Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
   Derimizin altında o olüm namussuzu...
   Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
   İlktir dost elinin hançersizliği...
   Ağlıyor yeşil.
   
                            Ahmed ARİF

NOT:Ancak böye anlatılabilir işte ...En fazla bu....
Sen kaburgamın altın parçaso...

AYRILIKTA SÖYLENMİŞ BİR YAZ TÜRKÜSÜ.


Gözlerine bakar ağlar
Bu son şarkı
Son umut
 
Gitme hep burada kal
Bizimle kal bu kıyıda
Her yanına dokundum bakışının
Her yerini tanıdım göklerinin
Gün boyu sende uçtum
Dinlendim dallarında
Atlılar gibi yoruldum yanında
Uyudum
 
Ölür kıyı ölür yazlar
Alır götürür karakış
Her bahar her umuda zorunlu mu
Neden yolcusun bu kadar
Gideceksen
Al götür umudumu
Al götür sonuna kadar

Afşar TİMUÇİN
 

Salı, Eylül 20

Sensiz de

aslına bakarsan sevgili
ne kadar sevsem de boş
sensiz de yaşayabiliyorum bak...
sensiz de gülüyorum arkadaşlarımın espirilerine,
sensiz de içebiliyorum rakıyı sadece peynirle,
sensiz de kahvaltı edebiliyorum pazar sabahları bahçede
sensiz de fotoğraflarını çekiyorum saklamaya değer bulduklarımın
sensiz de yaşıyorum anlayacağın
ama seninle olduğu gibi olmuyor be...
ben seninle yaşamak istiyorum
işte bu bütün mesele ...

Pazar, Eylül 18

Kuytu

Başı sonu belirsiz şiirler yazıyorum şu ara...

Ne kadar uzağım aslında sana

bazen ne kadar yakın...

Bir meçhule gider gibi veda ediyorum bu şehre

              biliyorum ki bana açık değil kapıların.

Ah sevgilim...

      ben hiç senin kuytularında sabahlamadım...

Günahkar

Sanma ki ,
Yalnızca senin  yüreğin,
Maviye batan ege denizine baktığında …
Ellerim su ellerim yürek ,
Ve ellerim mavi .
Ve yüreğim…

Asıl sen değil misin günahkar olan .
Sen ki çocuk,
Sen ki hain mavisi egenin…

SEN YOKKEN BEN

Sen yokken ben, her sabah suladım bahçedeki çiçekleri yağan yağmura aldırmadan... 
Sen yokken ben, kahvaltıda yine boyoz ve yumurta yedim...
Sen yokken ben, okudum yeni çıkan ama pek popüler olamayan kitapları...
Sen yokken ben, şarkı söyledim hicaz makamında...
Sen yokken ben, birmilyonbirincikez gözümde yaşlarla izledim 'mesajınız var'ı...
Sen yokken ben, şiirler yazdım yitik bir aşkı anlatan...
Sen yokken ben, yine çaya üç şeker koyarak karıştırmadan içtim...
Sen yokken ben, yine bisiklete bindim akşamları...
Sen yokken ben, Buse ve Toprak'la birlikte oyunlar oynadım...
Sen yokken ben, rakıyı buzsuz içtim yaz sıcağına rağmen...
Sen yokken ben, aynı kaldım  büyütmedim içimdeki çocuğu...
Sen yokken ben, inadına gülümsedim ağladıklarıma...

Sen yokken ben, yine sustum söylemediklerimi... 

Sen yokken ben, aslında  en çok seni özledim,ondan da bunca şeyi söyledim....

Cumartesi, Eylül 17

ilan-ı aşk

Dün gece yıllar önce yazdığım bir şiir geldi tekrar yazıldı aklıma.....




İLAN-I AŞK


Bir ömre ilk kez gözlerini açıp  ”Merhaba” der gibi
yeniden doğarken
-ki ilk güneşim gözlerindi- 
senin kollarında büyümeyi diledim
ansızın bir yıldız kaydı.

büyüdüm günbegün
kokunla,terinle beslendi tutkularım
sesinle asırlık ninniler gebe kaldım 
sonsuz renklerle boyadım tüm dünyayı
hiç yazılamayacak şiirler haykırdım yüzyıllar boyunca 

gün geldi 
yazının icad edilmediği çağlardan kalma konuşma balonları astım aramıza .
çünkü hiçbirşey anlatmadım sana 
nasıl olsa herşeyi biliyordun...
hiç söylemedim seni sevdiğimi
zaten her zerrem haykırıyordu ismini 

Sevda bu
Bir günden bir diğerine geçer gibi 
biraz daha fazla
biraz daha sevecen 
büyüyordu oda 
benim gibi....

İşte böyle birtanem 
aslında  “(*)sen yalnızca benim için indirilmiş bir peygamberdin.”
ve ben şimdi söyleyemediklerimi anlatmaya hüküm giydim.
yetemese de sözcükler
Kağıda değil kalbime kazınmış
sonsuza dek dillerde dolaşacak,ama asla tamamen anlatılamayacak
eksilmeyecek artacak,kendini doğuracak
yalnız gönül gözünün görebileceği bir sevda bırakıyorum sana
ve belki son kez itiraf ediyorum bugece
varoluşumun sırrını
seni seviyorum.....

(*) Küçük İskender İkizler Burcu Hikayeleri

Pazartesi, Temmuz 18

Dudak Payı-Sunay Akın

çay bardağında


bırakılan dudak payı

kadar bile

uzak kalamam

gözlerine



yakın olsun isterim

ellerime ellerin

yanındaki beton binaya

yaslanması gibi

köhne bir evin



seni bir çivi

gibi çaktım

çünkü beynime

ve toplayıp

bütün kerpetenleri

attım denize
 
*Bu şiiri ilk duyduğum günün anısının kalbimde ki kelebekleri için....

Kanatlar-Sunay Akın

Sırtında kanatlarının ağırlığı,

adımlarken

Galata Kulesinin basamaklarını,

uçup uçamayacağını bilmiyordu Hazerfen.

Tek bir şeyden emindi

yürüyerek inmeyecekti

çıktığı merdivenden.

Dalgın bir güvercini yakalamak isteyen arkadaşlarının

üstüne dev bir kuş gölgesinin düştüğü günden beri

vejetaryen oldu Galata'nın kedileri.

Sürgüne gönderildiği kentin limanından İstanbul'a giden gemileri izlerken

konuverdi Hazerfenin önüne

üstüste iki kelebek.

Yeni bir düşü vardı uçarken sevişmek...

Cuma, Haziran 3

Haziran'da ölmek zor....

Bazı sesler sesimiz olur....
Susmazlar asla....

YAŞAMAYA DAİR

1

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından.

1947

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,

yani, beyaz masadan,

bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,

hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,

yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz

en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,

diyelim ki, cephedeyiz.

Daha orda ilk hücumda, daha o gün

yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.

Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla

yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım

hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

1948

3

Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...

Çarşamba, Haziran 1

cebimdeki kelimeler

ozanım ben
sözcükler taşırım cebimde
kimselerin söyleyemediği sözcükler...
dizeler biriktiririm yaşamdan...
bilirim
kimse benim sözcüklerimi söyleyemez
kimse yaşayamaz benim hayatımı....

Cuma, Ocak 30

sen...bir bilsen....

ALKOL İKİNDİSİ

biz ne zaman içsek
köfte geç gelir
ve oturur muhabbetin terkisine
çıplak bir efkar sözcüğü

biz ne zaman içsek
sabah akar meycinin cebine
günde kaç kez öpüşür ki
akrep ile yelkovan

biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında
dışımızda bronz bir
akşam sözcüğü

çırıl bir
efkar sözcüğü
eften püften bir kar beklentisi
delikanlı kıvamında
sevda değilse de
tabansız sevişmelerdeki
el değmemiş pişmanlık

biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında

bu alkol ikindisi şiirde
şimdi burada
açılsaydın
adımın baş harfi gibi
belki ağustos kokardı ağustos

sen...
fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara
senine boyuna sevilmiş sen
yalanı sevdasından büyük sen
bir bil sen!

biz ne zaman içsek
seni düşünüyoruz
genzimizde göl göz
yaşları...

biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında..............

dışımızda bronz bir izmir akşamı!

yilmaz erdogan

Pazartesi, Ocak 26

Aşkta yarın yoktur sevgili...

Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili.
O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır.
Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur.
Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar.
Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular yoktur.
Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili.
İnsan bir başka ışığa teslim olur...
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil,
içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir.
Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur.
Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.

Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın
hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de...
Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının
çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir
sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...

Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili,
kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı
hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye.
Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda,
gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri,
o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim.
Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...

Aşk çok eski bir şeydir sevgili.
Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer.
Sevdiğimiz insanların çocuklukları da...
Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer.
Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider,
hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...

İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır.
Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır...
Bazen denizler, kıyılar çeker insanı.
İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde
yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu.
Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara...
Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...

İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda
umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler,
kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının
korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...

Birazdan sabah olacak...
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular başlayacak...
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve
hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...

Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.
Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,
cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri
alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...

Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...

Aşkta yarın yoktur sevgili...

CEZMİ ERSÖZ

Aşk herşeyi dengeler...

Adını andığımda bir deniz sessizliği
Kentin uzak yerlerine işlerdi
Martı çığlıkları ve vapur düdükleri
Bazen de çılgınlıklar arasında
Bilenler özlem derdi
Bilmeyenler elbette kınamıştır
Dört yanımda kemikten kahkahalar
Hep böyle yapmazlar mı

Adını andığımda bir yaban menekşesi
Sevinçlerle gözlerini çizerdi
Duvarlara camlara suyun yüzüne
Gör bendeki sevinci

Adını andığımda susup kalırdım
Bir deniz açılırdı önüme
İki yanı silme çiçek tarlası
Nerelere gitmezdim
İçimde ellerinle kurduğun
Aşkın en büyük krallığı



Afşar TİMUÇİN

Çarşamba, Eylül 24

şarkı

Hayat bu...Bazen hep aynı şarkıyı söylersin.Defalarca,defalarca,defalarca...

-mi-
beni istiyorsun
bahçeni sulayayım diye

sonra o tomurcuklar biraz ben...
sonra o çiçekler biraz ben...
sonra o yemişler biraz ben...

ve bir öğle sıcağında
yapraklarımın gölgesinde
avaz avaz sen.

Cuma, Temmuz 11

...

ısrarlı bir çocuk gömleği var bu gece üstümde
siyah, cepsiz, buruşuk ve kirli
okuldan mı kaçtım, evden mi, söyleyemem
titrerdi ellerim uzanıp düzeltirken yüzünü
dudakların bastille'di, yanılmıyorum,
gözlerin, en çok o körkütük gözlerin devrilir ve
uzun uzun susardı, gözlerine su veremezdim,
tek bir imge taşımazdı birbirimize duyduğumuz his
şiirsizdik, bunu biliyorduk, bunun için ağlamıştık,
bakardık karşı karşıya geçip, hatırlıyor musun,
yalnızca bakardık!
dipsiz, yalansız, ölüme davet eden bir bakmaydı bu
hepsi hepsi aşk!
senyör aşk, mösyö aşk, mister aşk, bay aşk!
şiirsizdik, bunu biliyorduk, bunun için ağlamıştık
bunun için terasa çıkıp aşağı bir gül atmıştık
bunun için rıhtıma inip denize bir gül atmıştık
çaresizdik, sevda biraz da soygundur, işte

sevda biraz yakayı ele vermektir, mahkemelere düşmektir,
ben masumum diyebilmektir biraz da sevda,
bunu biliyorduk, bunun için ağlamıştık,
uyanır uyanmaz başlıyorduk ağlamaya
sarılıp sarılıp ağlıyorduk
yorulup uyuyana kadar ağlıyorduk sevgilim
dokunuyorduk su deyip suya deyip su içen kelebekler gibi
susuz kalan gözlerimiz gitgide ağır ağır soluyordu
o gül, gitgide ağır ağır soluyordu rüzgarla
tenlerimizde tenlerimize ait birşeyler dokuyorduk
oysa ısrarlı bir çocuk gömleği var bu gece üstümde
siyah, cepsiz, buruşuk ve kirli
dayak mı yedim, dayak mı attım, söyleyemem
senden bana seken bir yürek
ki yürekler sarı samandan hatıra defterleridir
senden bana yansıyan bir ışık
ki ışıklar elele tutuşup geri çekilirler
senden bana damlayan bir çiy tanesi
ki çiy taneleri ancak biri öldü mü dağılırlar sessizce

komşularım senin hakkında konuşmuyorlar
başlar öne eğik, dudaklar bükük, omuzlar çökmüş
resmini indirdim duvardan, adını unuttum ne tuhaf!
karakolda kaydın yok! hastanelerde yok!
mezarlıklarda yok! gittin!.
bir gecede hazırlanıp bir gecede gittin!
bana bir gece bırakıp yanına bir gece alıp da gittin!
kırmızı çoraplarından birinin teki kalmış!
mor çoraplarımdan birinin tekini götürmüşsün!
ben de mi gitmeliydim
yürüdüm! bir kentten bir başka kente yürüdüm!
gittin! inanılmaz!
sana abi diyecektim, dedirtmedin
sana oğlum diyecektim, dedirtmedin
bunun için ağlamıştık, komşular bizi şikayet etmişti
eve gelen ziyaretçiler üzülmüştü
bize gül getirmişlerdi
bize üzüm getirmişlerdi
bize aşk getirmişlerdi
bizi kendimize getirmişlerdi, bunu biliyorduk
bunun için ağlamıştık

tuvalette bıraktığın atleti buldum!
kokladım! köpekler gibi kokladım!
yola çıkıp kokunu aradım izini bulurum diye!
gittin! inanılmaz!
senden bana seken bir yürek
ki yürekler zaman zaman dengesini kaybeder
senden bana yansıyan bir ışık
ki ışıklar küstüler mi bir daha barışmazlar
senden bana damlayan bir çiy tanesi
ki çiy taneleri daima acıya müdahele ederler
oysa ısrarlı bir çocuk gömleği var bu gece üstümde
siyah, cepsiz, buruşuk ve kirli

senin bu gömlek
senin bu pantolon
artık yalnızca eşyaların
artık yalnızca eşyalarını sevebilirim
artık yalnızca eşyalarınla ağlıyoruz
en fazla seni özlüyoruz
bunu komşularım da öğrendi
ziyaretçiler de öğrendi
bir sen..
bütün aşk şarkılarını söylerdin
bütün aşk şarkıları sana yazılırdı
fakat artık sen yoksun
ölüm koynuma sokulsun, beni soksun,
zehirle beni ey peygamberim!
tanrısıyla sevişen peygamberlere kitap iner
bu gece üstümde ısrarlı bir çocuk gömleği var
galiba düğmelerini çözeceğim!

küçük iskender

Perşembe, Nisan 3

Bahar ve ben...

Diyor ki şair :
bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,
bildiğim ancak aşıkken var olduğum...
işte bu yüzden, benim için aşık olmak;
çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.
'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar
hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, '
demiş La Rochefoucauld
benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum...

her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim
bir bakıştan, bir duruştan,
çağrışımın sonsuz hızından
unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.
belki de yaşanabilecek en güzel serüveni
terk edeceğim
daha otobüsün ilk basamağında.
kim bilebilir ki?
sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek
ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
otobüs camına bağrında bir ok ile
bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
bu da ötekiler gibi,
kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
yaşayıp gidecek..

şimdi hemen kalksam buradan
hemen çıksam uzun sokaklardan birine
kiminle karşılaşabilirim
kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden
geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen
bir ölümcül sevda hangi köşe başında
keser yolumu
bir tenhaya ulak olan
o suret avı
bırakır mı yakamı
haracı ödenmeden
bırakır mı yakamı
bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden
ak kağıda düşürülmüş
imzasını görmeden
bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden

hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden
her aşk, her şiir
ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden,
küskün omuzlu terk edilmişliklerden,
perspektifinde hep bir sokak taşıyan
o sessiz
o faili meçhul cinayetlerden
resim altı sözcüklerden
aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden

bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti
elle bilenmiş sözcükler,
yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı
nabzımın atışına ayak uyduran vezninde
gece adımları şiirlerimin
bırakır mı yakamı yaşadıklarımı
dökmeden imgelerin giysilerine
hayatın maskelenmiş gerçekliğine
upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için
yeniden ve yeniden."

derken bütün şiiri yazdık buraya.Konuya nereden girecektim unuttum..en iyisimi siz Murathanı'ı okuyun...

Cuma, Aralık 28

Denizin Beklediği

Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkışmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

Seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerine bir akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adasız denizlere

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi

Afşar Timuçin

İçin...

Fotoğrafım
İzmirli... Atatürkçü.... Kafası hep karışık... Bunlargillerden... Anarşit... Akdenizli olmaktan gurur duyuyor .... Akdenizli olmak hayata karşı bir duruştur sanırım. Akdenizli olmak ; kanının deli akmasıdır, bağıra çağıra konuşmaktır, kalabalık aile sofralarıdır, kapı gıcırtısına oynamaktır, şarkılara ayakla ritm tutmaktır, zeytindir,zeytinyağıdır, teninin güneş yanığı rengini yıl boyu korumasıdır, güzel kızlardır, yakışıklı erkeklerdir, damak zevkidir, daha ötesi hayat zevkidir... Yani Akdenizli olmak bir ülkenin ötesinde bir iç denizin çevresinde yaşayan tüm insanların o deniz gibi rengarenk,kah huzurlu,kah deli dolu olmasıdır.Bir ülkeye değil bir denize kendini ait hissetmektir.

deviantart

Powered By Blogger